18 Mart 2011 Cuma

Mektup





Merhaba,

Hayat hızlı da beklentilere ya cevap vermiyor ya da çok yavaş cevap verip "al bununla idare et" diyor...

Dün iki sergiye gittim. Aslında üç. Önce Tütün Deposu'ndaki "Ateşin Düştüğü Yer"e gittim. Güzel sergi ama bir tam gün istiyor, zaman olmadı hepsini dolaşmaya. Sonra 19 yy Rus Resmi sergisine gittim Pera'ya. Repin'in resimlerini röprodüksiyonları dışında ilk defa gördüm. Tabii ki olağanüstü ama beklentilerim daha yüksekmiş meğer, gel gör ki Nikolay Kasatkin diye bir ressamın "Öksüzler" isimli ufak bi resmi beni bitirdi, perişan etti. Dönüp dönüp resme tekrar baktım... Arkadaki çocuğun yüzündeki ifade... Offff... Ne diyeceğimi bilemiyorum... "O çocuk gibi hissettim" diyebilirim sanırım. Kendimdeki tanımlayamadığım duygunun açıklamasını, bende o duyguyu yaratan ressamın o duyguyu yaratan figürünü örnek vererek yapmam tuhaf bir durum, değil mi. 



Sonra FridaDiego sergisine indim. Zaten üst kattaki resim beni yamultmuştu, iyice çarpıldım orada. "Frida" filminin sonunda da sekiz olmuştum. Çok duygulandım, acayip oldum, trajediyi ve acının gururunu damarlarımda hissettim, tüylerim diken diken oldu. Serginin sonundaki belgeseli izlemem ise doruk noktasıydı. Frida Kahlo'nun cenazesinden fotoğraflar ve o fotoğraflardaki Diego Rivera, Diego Rivera'nın yüzü, perişanlığı, yıkılmışlığı, çaresizliği. İçi acıyordu adamın, o büyük boşluk suratından okunuyordu. Öksüzün yüzü, Diego'nun yüzü... İnsanın gözünden yaşlar akıyor. Sonra "Öksüzler"in röprodüksiyonunu bulmaya çalıştım, yokmuş! Müze müdürüyle karşılaştım, ona söyledim. Mail adresimi aldı, bugün de yüksek çözünürlüklü fotoğrafını göndermiş.




11 Mart 2011 Cuma

Sabahlanan Gece Nelere Kadir

1- O gün sabah erken uyanmıştı ve tüm günü esneyerek, uyuklayarak geçmişti. Hatta bazen işyerindeki odasında bulunan ve arkalığı ancak kürek kemiklerinin alt hizasına gelen sandalyeye baykuş misali tüneyerek hakikaten de uyuduğu ve hatta rüyalar bile gördüğü olmuştu; tabii 1-2 dakikalık baldan tatlı eziyet uykuları. İşte narkoleptik durum ve katapleksi semptomu. Böyle durumlarda hep olduğu gibi "ulan akşamüstü hiçbir yere uğramadan direk eve gideceğim ve en az iki saat kestireceğim!" dedi kendi kendine. Pek tabii ki öyle olmadı. Bunun aynı, televizyona görüntü gelmesi, radyodan ses çıkması gibi, kafasının bir yerinde aydınlanmadan bekleyen mefhumlardan biri olan, vücudun salgıladığı hormonların tuhaf oyunlarıyla bir alakası olup olmadığını düşündü akşam yedi buçuk-sekiz gibi.

2- Sonra birden saat onikiye doğru yaklaşmaya başladı. Her zaman kafada uykuya doğru son adım olan ama bir türlü ayakların gitmek istemediği anlar. Uyku da yok değil hani. Ama o eşikten bir kere atlandı mı geçen her an uykudan ufak ufak uzaklaşmaya başlıyor beden. Sabaha kadar ara açıldıkça açılıyor, zihin aydınlanıyor, yapılabilecek keyifli şeylerin sayısı artıyor, gece usulca içine doğru çekiyor.

3- Bir süredir eposta hesaplarının ileti kutularında yaşam mücadelesi veren, yarım bırakılmış tüm işleri kafasına kakarcasına rahatsız eden, cevaplanmamış postaları, facebook mesajlarını cevaplamaya karar verdi. Bunun yarattığı rahatlık duygusu iş yapılmayan zamanların musallat ettiği vicdan azabına bile iyi gelebiliyordu az da olsa.

4- Keyifle izlediği dizileri düşündü bir ara. İzlediği son bölümü sık kullanılanlara kaydederdi ve kaldığı yerden devam ederdi; tabii eğer üç, dört, beş, derken sezonu tamamlamamışsa... Böyle de az sabahladığı olmamıştı.

5- Sabahladığı, geçmişteki diğer geceleri düşündü;
her şeyin henüz keşfedildiği dönemlerde bir arkadaşında kalırken yatılıp uyunacağı sırada muhabbetin muhabbeti açtığı, radyoda çalan her şarkı bir Tekel 2000 ya da Gitanes ile taçlandırılarak sabahlanan geceleri,
lisenin son yılı ve hemen sonrasında, içkiyle ilk tanışılan zamanlarda sokaklarda sabahlanan, açlığa, soğuğa, polislerin ve o saatlerde başka bir yaratığa dönüşen köpeklerin korkusuna aldırmadan kafayı bulma çabasıyla sabahlanan geceleri,
fanzin çıkaracağız diye 2-3 arkadaş eve toplanıp, daktiloyla yazılan metinleri kırpıp kırpıp kolajdan ibaret sayfaların üstüne yapıştırarak sabahladıkları geceleri,
üç beş mumun etrafına toplanıp sigara içilen ve yarı uyur yarı uyanık bir şekilde sabahlanan geceleri,
bilgisayarda Commandos oynarken sabahlanan ve ertesi geceye bağlanan geceyi,
aynı şekilde PES'le ilk tanıştığı zamanlarda gündoğumlarına kadar elde gamepad, başparmak sancılarıyla geçirdiği geceleri,
iş yetiştirme telaşıyla geçen, vicdana merhem olan, gönlü coşturan kutsal geceleri...

5- En sevdiği dizi Dexter'ın var olan tüm bölmlerini izlemişti. Spartacus'un Spartacus'un olmadığı ve mecburiyetten çekilen ama yine de fena olmayan mini ara sezonu da bitmişti. The Walking Dead'in ikinci sezonu da bir türlü yayınlanmamıştı. Aklına yakın bir arkadaşının bahsettiği bir dizi geldi. Neydi adı? Steve Buscemi başrolde oynuyordu ve bu başlı başlına kocaman bir artı kazandırıyordu. Steve Buscemi'yi herkes sever. İMDB'den kolayca buldu yapımın adını: "Boardwalk Empire". Dizihd.com'da vardı neyse ki! Epey de uzun süren bir diziydi. "Eeeeeh işte" diye düşündü, "belki ilerleyen bölümlerde heyecanlanıyordur, Steve Buscemi oynuyorsa iyidir". Ama ikinci bölümü izlemedi. Sık kullanılanlardan How I Met Your Mother'ın 6. sezon 3. bölümünü açtı. Görüntünün ara belleğe alındığını gösteren çubuk izlenecek kıvama gelene kadar sabredemedi ve kapadı. Beşinci sigarasına eşlik eden soğumuş kahvesinin son damlalarını yaladı.

6- Acaba uyumdan önce Bilyoner'e mi bir baksaydı. Güney Amerika maçları kepazelik ama baketbol iyi bir alternatif olarak gözüktü. Justintv'den, oynadığı NBA maçlarını izledi. Cleveland Cavaliers ilk yarının son saniyesinde bir üçlük buldu ve ilk yarı handikapını aştı. Philadelphia 76ers savunmasına edilen küfürler eşliğinde kupon yattı.

7- Son zamanlarda Jules Verne'i yeniden keşfetmişti. "İki Yıl Okul Tatili", "Esrarlı Ada" ve şimdi de "Kaptan Grant'in Çocukları"... Bu seferki diğerlerinden biraz farklıydı. Münir Özkul babalı, Adile Naşit anneli türk filmlerinin abartılı ama samimi sevgi gösterilerinin kötü bir kopyası gibiydi; "Kralın Dönüşü"nün film versiyonunun sonlarında Gandalf, Frodo ve diğerlerinin daikalarca birbirlerine hesapta anlamlı anlamlı ama mal mal daikalarca bakması gibi... Jules Verne dozu iyi ayarlardı, mutlaka 80. sayfadan sonra en az bir gece sabahlatacaktır. İki bölüm okudu ve bilgisayarın başına dönmeden önce beşinci kahvesini yaptı. İşte o sırada narkolepsi hakkında fikir sahibi olduğu mesajı aldı.

8- Gece garipti. Saat üçe kadar evin altındaki bardan az buçuk ses gelirdi ama genelde sessizdi. Ev arkadaşı Marie erkenden yatardı, etrafta insan olmazdı. Yapılacak şey çoktu. Uykudan eser kalmamıştı. Gece keyifliydi, başka seslerle lekelenmeyen müzik daha bir anlamlı, güzel şarkılar daha bir sigara yaktırıcıydı. Gece susturucuydu, konuşmanın kapladığı algı alanı gözleri ve kulakları daha duyarlı bir hale getirmişti. Gece heyecanlandırıcıydı, merak uyandırıyordu. Bir yerlerde uyumayan başka insanlar vardı. Sabahlayıp saat yedide ekmek almak için fırına giden, oradakilerin bu saatte kendilerinden başka çalışan tek insan sandığı biri vardı mesela.

9- Bardağa üç parmak Glenlivet koyup iki tane buz attı. Salona gidip cama doğru ilerledi. Dışarıya baktı. Kar fırtınası olacağı ve sosyal hayatı felç edeceği tahmin ediliyordu. Kar vardı ama fırtına yoktu. Yerler hafiften beyaza boyanır gibi olmuş, fırsatçı 3-5 kişi sokağa fırlamış kartopu oynamaya çalışıyorlardı. Bir süre insanların eğlenme çabalarını izledi. Aslında iyi ki bunu yapıyorlardı çünkü 1 saat sonra o hafif beyazlık da kalmayacak, sokak yağmur çiselediği zamankinden daha ıslak gözükmeyecekti. Camı açtı, dışarıya doğru eğildi. Soğuk yüzüne çarpıyordu. Bir kar tanesi burnunun ucuna kondu. Bir yudum Glenlivet aldı. Önce gökyüzüne sonra yere baktı. İntihar eden insanları düşündü, yüksek bir yerden atlayarak yapılan intihar eylemlerini. Bursa'daki Setbaşı Köprüsü aklına geldi. Belediye mavinin yatıştırıcı bir renk olmasından yola çıkarak, intihar oranlarını azaltma çabaları içerisinde bir adımdır diyerek köprünün korkuluklarını maviye boyamıştı. Düşmek yere doğru değil de gökyüzüne doğru yapılan bir eylem olsa belki intiharı düşünebilirdi. Haliyle intihar etmesi tabiatın kanununa aykırıydı. Camı kapadı ve koltuğa oturdu. Uzun uzun bunları düşündü ve başka şeyleri. Merak etti. Dedi ki kendi kendine; "kendimizden, yakınımızda olan bitenden ne kadar da habersiziz; hep söylenir ya, bildiğin sokaklarda başını kaldırıp yürüdüğünde ilk defa keşfettiğin onlarca şey görüyorsun; kaç kişi farkında Karaköy'deki çatı kiliselerinin? Çevremizde kimbilir ne insanlar var, mecbur olmadığı halde gündüz uyuyup gece yaşayan".

10- Sabah saatin 6 olduğunu gördü ve içinden panikle karışık tuhaf bir elektriklenme akıp geçti. Boşver demenin sınırlarında tehlikeli bir noktadaydı. İki saat kalmıştı uyanma zamanına.
Belki o an usulca yatağa girse,
ayaklarını çarşafın serin yerlerinde gezdirerek gözlerini kapasa,
o ilk anda şişmiş gözlerinde hafif bir batma ve gıdıklayıcı bir iğnelenme olsa da bundan keyif alsa, aklındaki bir sürü şeyden hangi birini düşüneceğine karar veremeden uykuya dalsa,
en fazla bir önceki günkü gibi ara ara hafif içi geçmeli bir gün yaşayacak ama iş güç aksamayacaktı.

Gelin görün ki o an bir kahve daha içmek istedi. Gün doğarken hâlâ...




10 Mart 2011 Perşembe

Uykusuz Günden Detaylar

1- Bazı günler yarım saat daha uyumak için 9 vapurunu kaçırıp 9 buçuk vapuruyla gitmeyi tercih ederdi ki aslında 8 buçuk vapuruna binmesi gerekirdi. Uyumayarak ulaştığı sabah da aynı şey oldu. 9 vapuruna niyetlenip 9 buçukla gitti çünkü bir kahve daha içmek istedi. Demek ki bunun uykuyla alakası yoktu.

2- Vapura hep son anda yetişip hızlı yürümekten kaynaklı hafif kaval kemiği sancısı çekerdi. Bu sefer öyle olmadı, 5 dakika erken vardı iskeleye. Bunun hâlâ uykuyla alakası düşünülebilir.

3- Uykusuz'un yeni sayısının çıkmasına bir gün vardı ve Penguen'in yeni sayısı o gün çıkmıştı. Bayiden ikisinin de yeni olmayan yani geçtiği haftanın sayılarını istedi. Penguen'inki yenisi çıktığı için yoktu. Garip bir durumdu, son dakika hamlelerinin başarı ve başarısızlık oranları hakkında düşündü. O ara iskeleden kalkacak vapur için anons yapıldı.

4- Vapurda, uyumuş olarak geldiği günlerin aksine, uykusuz olmasına rağmen uyuklamayıp, Uykusuz okudu. Aslında her zaman vapurda uyuklamazdı. Galiba bu okuduğu şeyle alakalıydı ya da galiba uykusuzluğun yarattığı farklı algı uyuklamanın önüne geçiyordu.

5- Uykusuz okurken olur olmadık şeylere güldü. Çoğu zaman, mizah dergilerindeki bir çok başarılı espri ya da komik çizime gülünmesi gerektiğini düşünmesine rağmen gülmez, sadece ağzının bir kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrılırdı. Uykusuz algının yarattığı şımarık psikolojinin, kendisini olur olmadık şeylere gülen biri haline getirdiği bir kez daha ispatlanmış oldu.

6- Farketti ki insan uykusuzken biriyle konuşmadan önce sesinin nasıl çıkacağı konusunda bir tereddüt yaşamıyor. Konuşmaya başlayınca sesini dışarıdan duyuyormuş gibi oluyor, ton ve vurgu ayarı yapmak zorlaşıyor, gerkesiz yerlerde kısık sesle konuşuyor ya da bağırıyor. Basit bir duygulanımın abartılı bir halde yaşanması gibi. Vapurdaki yüzü tuhaf kemancıyı görünce sadece içi cız edecekken gözünden yaş gelmesi gibi. 'İyi günler,' diyerek girdiği marketteki adamın 'höö,' demek yerine 'iyi günler,' demesine delice sevinmek gibi... Uykusuzluk, bir aşığın terkedilmesi durumunda olduğu gibi aşırı bir hassaslık getiriyor. Dirayet dercesinin yeterli olduğu ölçüde ince ayar gerektiriyor.

7- Yeni tanıdığı birinin narkolepsi'yle ilgili söylediklerini düşündü. Katapleksi, narkolepsinin klasik semptomlarından biriymiş. Bünye çöküyor, kaslar işlevsizleşmeye başlıyor, kontrolden çıkıyor. Aşırı duygusal reaksiyon da bunu tetikliyormuş. Uykusuzluk galiba kafa yapıyor dedi kendi kendine.




İzleyiciler